Yorulmak... Biraz Fazla.




Annemle babamın tayininin İzmir'e çıktığı iki buçuk yaşım ile anaokuluna başladığım altı yaşım arasında hem küçücük bir beldede görev yaptıklarından hem bakacak kimseleri bir de baktıracak imkanları olmadığından sabah sekiz akşam beş mesailerine eşlik ettiğim yıllarda, işe üçümüz yürüyerek gidip gelirdik. Ve ben bir çocuk olarak attığım her adımdan nefret ederdim. Annem kucaklamaya heveslense de babam izin vermez, "Yürü çocuğum, yürüyen çocuk sağlıklı olur" der,
o yaştaki benden ağlamadan bunu kabullenmemi bekler ve benim adımlarım hızında onlar bana, ben onlara eşlik ede ede işe gider gelirdik. Bazense bisikletimle takılırdım peşlerine.

Subaşı Sağlık Ocağı'nda çok anım vardır ama içime en oturan şey şu yürüme mevzusudur. Gerçi babam o dönem Sağlık Eğitim Enstitüsü'nde -o yıllarda da enstitü diyebiliyordum- okuduğu için bazen yolu annemle ikimiz teperdik ve yufka yüreğine acı çektiren mızıldamalarımın zaferiyle atlardım kucağına o artık yoruldum diyene kadar. Sabah işe ve akşam eve giden o yol, basbayağı büyük zorluktu benim için. Hayal gücümün en kısıtlı olduğu kesitiydi günün; eczaneye uğrayıp Kezban Abla'yı, Oktay Abi'yi veya Hakan Abi'yi, önünden geçerken Tarım Kredi Kooperatifi'nde çalışan tanıdıkları filan görmemişsek. İş yerine varınca beni besleyecek bir sürü şey vardı oysa. Hasan Amca, Hatice Abla, Sadike Abla, İsmail Abi, Seher Abla, gıcık hizmetli Ali Amca, sonraları Necmi Amca, Turan Amca ve arada bir onunla gelen yaşıtım kızı Nalan. Çalışan annem babam. Babamın daktilo kullanışı, annemin iğne yapışı. Ağlayan çocukları, annelerinin "Bak, teyze iğne yapar" diye tehdit edişi, benim de "Annem acıtmaz ki" diye annemi savunuşum. Hasan Amca'nın çok sıkıldığım zamanlarda steteskopla beni muayene edişi. Hastalarla girdiğim dialoglar, uykum geldiğinde hasta yoksa sedyede kestirişlerim. Sağlık ocağı tabelasının arkasındaki yarasa, kapının önündeki tenekede duran, canım sıkıldıkça -aklımca- budadığım ama bana rağmen yaşayabilen direşken çiçek. Kışları pencerenin dışarısı. Yazları gül dallarını birleştirerek yaptığım sözde çadırın altında yatıp gökyüzünü izleyişim, meyvesini topladığımız erik ağacı, koşmalara doyamadığım bahçe, Sadike Abla'yla papatyalar çıktığında "Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor, aptal Yüksel" oynayışımız. Yanılmıyorsam Torbalı İlçe Sağlık Müdürlüğü'nün jeepiyle -bence çok uzak yerlere, hatta basbayağı başka ülkeye filan- aşıya gidişimiz -evet, oraya da götürüyorlarmış-. Ve daha bir sürü ilgi çekici şey, çocuk gelsin de oynayayım diye bakınmama bile ihtiyaç bırakmıyordu; zaten gelenler de hep ağlıyordu. Ağlayan çocukla ne konuşabilirsin ki?

Tüm bunların üstüne bir de şöyle özel bir anlamı vardır sağlık ocağının benim için; "İnsan neye ilgi duyarsa, bugün zamanını neye harcarsa geleceği de mutlaka odur" felsefemin geçmiş - gelecek bağlantılı en somut örneği, 93'te Sağlık Ocağı'nın bahçesine diktiğimiz ağaçların yıllar sonra gördüğüm upuzun boyları, kocaman gölgeleri. -Şimdi yerlerinde yeller esiyor. Babamın aldığı "Ocak genişletilecekmiş, ağaçlar kesilecekmiş" duyumuyla gidip ağaçlara son kez bakalı bir on sene oluyor herhalde.- 

Bu benim için şu demek: "Bir şeyleri yaparsın, yeterince zaman geçer; hem yaptıklarınla anı biriktirir, hem de zamanla emeğinin karşılığı, güzel sonuçları görürsün." Bunun böyle olduğuna denediğim her seferinde aldığım olumlu sonuçlara dayanarak, koşulsuz inanıyorum.

Şimdilerde ise yine çocuk yaşımda hissettiğim zorluğa benzer bir zorluk hissettiren, Tolga'nın "Çalışmaktan zarar gelmez, öğrendiğin en ufak şeyin faydası olur, öğrenmek için harcadığın emek asla boşa gitmez; çalış sevgilim" motivasyonuyla çalışmak. Hem o beni beraberinde işe de götürmüyor! -Yazın bir süre beraber gittik aslında ama çalışmak her yerde zor olduğu için ve kalan şeylere yetişebilmek adına artık evde çalışıyorum-


Peki ben ne çalışıyorum? Üstelik doğar doğmaz üstüme yapışan mesai kavramını bunca benimsemişliğime rağmen neden evdeyim? -Annemler için restore edilen ve benim doğduğum sağlık evinin bir odası hastalar için, kalan her yer bizimmiş. İş yerine doğmuşum resmen. Oyun alanım bahçemizdeki, gölgesinde oturmayı öğrendiğim Atatürk büstüydü be, daha ne olsun?- 

2017'nin yılbaşısı öncesi, henüz Ankara'dan İzmir'e dönmemişken, evliliğimizin ikinci Cumartesi'sinde bir gayrimenkul değerleme firması yetkilisi ile görüştük. Aklımızdaki gelenleri sorduktan sonra Şubat ayında orada işe başlamam üzerine sözleştik. Aynı ayın sonunda araba kullanabilmem gerektiği için dizel - manuel bir araba aldık. Ankara'da olduğum dört aylık dönemde, iki kez sektirdiğim haftasonları gelişlerimde yokuşta düzlükte, yağmurda çamurda, direksiyonda hep ben vardım. Arabayı iyi kötü sürer olmama -şimdi taksiye bile çıkarım-, yılbaşı'na kadar birkaç kez de "Geliyorsun değil mi?" ilgisini de gördüğümüz gelir gelmez başlayabileceğim işe rağmen, geçen sürede hazırladığım seminer sunumum, orada programlamayı öğrenme işini biraz ilerletişim, bundan keyif alışımız, yurt dışında yaşayacak oluşumuz, gayrimenkul değerleme uzmanı olduğumda edineceğim tecrübenin yurt dışında iş bulmama imkan sağlamayacak oluşu, 3 5 yıl sonra sıfırdan başlamanın bugünkünden daha zor olacağı korkusu, her ikimizin de büyük fedakarlığını gerektiren; benim evde olma ve programlama öğrenip bu alanda ilerleme çabamın başlangıcı oldu.

Bu sürede hem art arda 4 gün üst üste aynı evde kalmayı bırak, yüz yüze görüşemediğin sevgiliyle evli olmayı öğrenmek, yıllarca çalışmak, çalışmak, hep çalışmaktan anne kız ilişkisi süremediğin anne ile hem bir nevi tanışmak, hem de araba sürebilmeyi iyice öğrenebilmek için haftada bir gün Torbalı'ya gidip gelmek, o bakımıydı, şu arızasıydı diye sanayiye mekik dokumak, "Hazır evdeyim, beraber en verimli vaktimiz hafta sonları oluyor, e o zaman da mutluluğu paylaşırız" diyerek iyi kötü hakkından gelmeye çalıştığım ev işleri, çarşı pazar market alışverişleri, çalışan bir anne olduğunu mutfakta hiç hissettirmeyen annemin öğrettiklerini bizim eve uyarlama çabası, kitaplığımdaki henüz elimi süremediğim ve okumak için can attığım kitapları bir an evvel okuma isteği, "Ya evdesin, neden gelmeyon, ne zamana kadar okicen?" diye gönül koyan iki çocuk, -en büyüğü ben- dört torunlu anneannem ve dedemin gönlünü hoş etme uğraşı, ikinci annem teyzemi görmeden olmazlar, "E hadi gitarı öğreneyim artık"lar, 65 metrekare evimizde hiç dışarı çıkmadığım günlerin çokluğunu düşünürsek Tolga'dan başka kimse ile konuşmamayı geçtim, hareketsizlikten sağlığımı kaybedeceğim korkusuyla ve vakit kaybetmeyeyim diye evde yapmaya çalıştığım spor, hafta içi her gün 17.30 - 19.00 saatleri arasında RS FM'deki BideBunuDinle programıyla Yavuz Oğhan'ın aktardığı gündemin hüznü, başımızdan bir türlü eksik olmayan hayatın tuzu biberi aksaklıklar, hastalıklar, kazalar, bir an önce bir şeyler üretebilmek için hala çok uzun bir yolumun olduğunu görüp görüp "Çok bunaldım, bir işte çalışacağım artık" deyip ardından sakinleşince "İyi, devam ediyorum o zaman"da karar kılışlarım, ay sonunu nasıl getireceğiz kaygısıyla bazı ayları "Ben ne kadar ilerlemişim, ne kadar borcumuz var"a indirgeyişlerimiz, daha önceleri mesai saatlerinde yapılan etkinliklere denk gelemedim için ayda birden bile seyrek olsa da çok bunaldığım zamanlarda katılmaya çalıştığım etkinlikler, her sabah Tolga ile uyanıp onu uğurladıktan sonra haftada en az bir kez karşı koyamadığım yatağın sıcaklığıyla daldığım uyku, hafta sonu kaygısı olarak Tolga'nın bütün hafta yorulmuş oluşu ve onunla nasıl mutlu olabileceğimiz, ilgimizi çeken bir sürü şeye nasıl zaman bulacağımız, sevdiğimiz ama bir türlü vakit ayıramadığımız insanlara hangi zamanlarda yetişeceğimiz, "Koşturuyordum arayamadım/uğrayamadım" ve ardından gelen "Yüzüm kalmadı arayamıyorum/uğrayamıyorum" mahçubiyetinin yarattığı üzüntü gibi vazgeçilmesi düşünülemez istek ve sorumlulukların arasında ne yaptığımı soranlara söylediğim gibi: programlama öğreniyorum, ders çalışıyorum, çok çalışıyorum. 

Sevdiklerim; bu kaygılar ve yoğunluklar yüzünden sonra da utancımdan bir telefon dahi edemediğim zamanlar için gerçekten üzgünüm, özür dilerim. Beni affetmenizi diliyorum.

En basitinden sistemin dışına çıkıp ücretli bir işte çalışmamanın zorluğuna rağmen, düşlediğimizin bilinci ve inancıyla neredeyse koca bir senedir evde olmaya katlanıyorum. Yalnız başıma çalışmaya, öğrenmeye; daha fazlasını öğrenmeye.

Artık her zamankinden daha fazla kırılganım çünkü yaptığım şeyden çok yoruldum. Bir de içimde sevdiklerimi kırdığım kaygısının üzüntüsü... Yolu tamamlamama az kaldı ama çok yoruldum. Yine de kolaylıkla edinmediğim için hayatımda değerini hiç yitirmeyecek her şey için teşekkürler... Her şey iyi ki böyle, iyi ki bu kadar zor. 

Tesadüfi de gelse kabul tabii ki de, inşaasına çok uğraştığımız güzel günlerin ümidiyle.

Yorumlar

En Çok Okunanlar