Bir Amsterdam Seyahati - 2, Rijks Müzesi
Artık bisikletim ve müze kartımın da olduğu Amsterdam’daki üçüncü, şehir keşiflerimdeki ikinci günümde, sabah Tolga ile ofise gidip, ofis arkadaşından bisikleti ve müze kartını aldım. Yola çıktıktan yaklaşık bir 10 dakika sonra bisikletim bozuldu. Durduğunda sabitlemek için kullanılan ayak, hareket halindeyken yerine durmuyor, düşüp duruyordu. Yoldan çevirdiğim bisikletli birine bir bisiklet tamircisi sordum. Hemen yakınlarda bir bisiklet kiralama yerini tarif etti. Oraya gidip durumu anlattığımda tamirin birkaç gün süreceğini, şimdilik bu geçici çözümle idare etmemi, hatta bisikleti aldığım kişiye geri verip yeni bir bisiklet kiralamamı tavsiye etti. Bu tavsiyelerin üzerine yaptığı yardımdan nasıl herhangi bir ücret talep etmedi hâlâ şaşkınım.
Geçici çözüm ile tutturulan ayak
Bisiklet tamir olmadığı için,
geçici çözüm de içime sinmediğinden başka bir bisikletli çevirip ona bildiği, tek
işi bisiklet tamir etmek olan bir dükkan olup olmadığını sordum. Bike City
denen yeri tarif etti. Oraya gittiğimde de aldığım cevap benzerdi. Geçici
çözümle idare etmem gerektiği, eğer tamir edilsin istiyorsam da bırakıp ancak
birkaç gün sonra geri alabileceğim artık inandırıldığım, değişmez bir gerçekti.. Burada aslında sorun olan şey minik
bir parçanın demire tutunmuyor olmasından kaynaklıydı. Eğer evimizde olsaydık,
parçayı yenileyemesem bile, onu işler hale getirecek bin türlü çözümü tek
başıma, yarım saatten kısa bir sürede uygulayabilecekken; tek işi bisiklet
tamiri yapmak olan kişilerin, bu tamir için öngördüğü sürelerin iki günü
bulması, arkadaşım Gizem’in Hollanda’nın geneli için söylediği şu sözü birkaç
kere birden kanıtladı. “Burada en pahalı ve zor dönüş alınacak sektör, hizmet sektörüdür.”
Derdime derman olamayan bisikletçi dükkanı
Burada da geçerli bir çözüm
üretemeyince, elimde olana razı gelip heyecanla başladığım güne dair heyecanımın
daha fazla burkulmasına izin vermeden, bir bir planladığım yerlere gitmeye
başladım.
İlk olarak Amsterdam tarihini,
kanalları, kanal evlerinin yapımını seslendirmelerle anlatan küçük bir müze
olan Museum Het Grachtenhuis (Museum of Canals) ile başladım geziye. Ama içeri
girdiğimde, müzeyi gezmek için benden başka bekleyen kimse olmadığından, kartı
da dikkatle incelerlerse ben olmadığımı anlayabileceklerinden endişelenip yine
ilk günki gibi sadece binada biraz bulunup bir sonraki durak olan Hermitage’a
yol aldım.
Hermitage'ın devasa binası
(Bu fotoğrafı ben çekmedim, bu bölgede çektiğim fotoğraflar bir talihsizlikle siliniverdi :( )
Hermitage'ın efsane bahçesi (Bu fotoğrafı da ben çekmedim)
Hermitage'ın efsane bahçesi (Bu fotoğrafı da ben çekmedim)
Amsterdam ile ilgili okuduğum bir diğer şey de lavabo kullanımları için her seferinde 1 euro verme zorunluluğuydu. Bu tür ihtiyaçlarınızı gittiğiniz cafelerde giderin diyorlardı. Benim tavsiyemse adım başı var olan müzelerine girin. Harika lavaboları var, hepsi temiz ve ücretsiz.
İçerisinde yıl boyunca
birbirinden farklı sergilerin de gösterimde olduğu, Amstel Nehri’nin hemen
yanında yer alan bu müzede de durum bir öncekinden farklı değildi. Kocamanca
bir müze olmasına rağmen, yine içeri giriş için sıradaki tek kimse bendim.
Ve burada da aynı korkudan dolayı içeri giremeyerek, bahçesinde biraz
oturduktan sonra boynum bükük, müzeden ayrıldım.
Sokaklardan ve kanallardan birazcık manzaralar
Sokaklardan ve kanallardan birazcık manzaralar
Sokaklardan ve kanallardan birazcık manzaralar
Sokaklardan ve kanallardan birazcık manzaralar
Günün üçüncü durağı ise dün adeta
büyülendiğim Rijks Müzesi oldu. Her bir katında ayrı dönemlerden eserlerin yer
aldığı, bizim için belki de en önemli eserlerinden birinin de, Rembrandt’ın, başından talihsiz bir sürü olay geçen ve her defasında kurtularak bu güne kadar
gelebilen Night Watch tablosunun olduğu müzede, müzenin kapanış saatine kadar farklı farklı dönemlere ait eserleri inceleme fırsatı buldum.
Burada fotoğraf çekebilmek serbest olduğu için, Tolga ile tekrar üzerinden geçebilmek adına, vaktimin yettiği kadarıyla, pek çok tablonun ve açıklamalarının fotoğrafını çektim. Çıktığımda, içimdeki, giremediğim iki müzenin burukluğu silinmiş, burayı keyifle gezebilmenin mutluluğuyla, topuklarım kıçıma vura vura Tolga’nın yanına dönmek üzere yola koyulmuştum.
Bu sefer de Tolga'nın bir ofis arkadaşı ile Uber kullanarak, Westerpark içerisinde yer alan birkaç mekandan biri olan Tonton Club'a geldik. Burada yine Tolga’nın ofis arkadaşlarıyla hep birlikte yenilen yemek
sonrasında, arcade oyunlarına daldık.
Ofisin sponsporluğu sayesinde resmen denemediğimiz oyun kalmadı. Pinball'dan adını bilmediğimiz silahlı savaş oyunlarına, araba yarışlarından dans oyunlarına, masa hokeyinden absürt Japon şarkılarına davulla eşlik ettiğimiz oyunlara kadar daha aklıma gelmeyen bir çok oyunu ve bunların yanında tabi ki Street Fighter'ı kan ter içinde kalana kadar oynadıktan sonra oradan ayrıldık.
Şirketin Sırbistan'daki ofisinden olup, aynı Tolga gibi dört gün için Amsterdam ofisine gelen Janko ve Oliver ile 3 kilometrelik bir yürüyüşün ardından otele döndük.
Not: Müzenin kendi internet sayfasında hem tablolara ilişkin bilgiler yer alıyor hem de tabloların çok yüksek çözünürlüklü fotoğraflarına erişim ücretsiz olarak kayıtlı tüm kullanıcılara sunuluyor.
Burada fotoğraf çekebilmek serbest olduğu için, Tolga ile tekrar üzerinden geçebilmek adına, vaktimin yettiği kadarıyla, pek çok tablonun ve açıklamalarının fotoğrafını çektim. Çıktığımda, içimdeki, giremediğim iki müzenin burukluğu silinmiş, burayı keyifle gezebilmenin mutluluğuyla, topuklarım kıçıma vura vura Tolga’nın yanına dönmek üzere yola koyulmuştum.
Bu resim ise Jacob Marrel isminde bir ressama ait. Burada hoşuma giden şey ise 1600lü yıllarda çizilmiş olan bu tabloda görünen vazodaki lalelerin, geçen yıl Tolga'nın Amsterdam'a gidişinde getirdiği ve beraber yetiştirdiğimiz lalelerle aynı olması. Bazı şeyler hiç değişmiyor. Neyse ki...
Normalde "Arşiv affetmez!" ama harddiskim geçtiğimiz aylarda zarar gördüğünden beridir hiçbir aradığımı aradığım yerde bulamaz oldum. O nedenle bizim lalelerden vazodakilerle kardeş yalnızca bir tanesi :)
İkinci Dünya Savaşı'nda kullanılan aynı uçak ve arkada da ilgili film gösterimi
Müzenin içeerisindeki vitraylar ve insanlardan bir görüntü
18. yüzyıldaki haline bağlı kalınarak hazırlanmış, Amsterdam Kanal Evleri'nden bir oda
Müzenin internet sayfasındaki açıklamadan bir alıntı: Lie on your back and look up at the ceiling. The ceiling decorations are done in the ‘Auricular’ style, which takes its name from the fleshy forms of ear lobes. Copy a section of this decoration, and remain lying down while you are drawing. This way you will see things differently than you do when you are standing.
Tolga'nın elinden bırakmadığı 7up'lar, Sprite'lar ile karizmatik pozu
Şaka gibi ama gerçekten Pinball
Ofisin sponsporluğu sayesinde resmen denemediğimiz oyun kalmadı. Pinball'dan adını bilmediğimiz silahlı savaş oyunlarına, araba yarışlarından dans oyunlarına, masa hokeyinden absürt Japon şarkılarına davulla eşlik ettiğimiz oyunlara kadar daha aklıma gelmeyen bir çok oyunu ve bunların yanında tabi ki Street Fighter'ı kan ter içinde kalana kadar oynadıktan sonra oradan ayrıldık.
Şirketin Sırbistan'daki ofisinden olup, aynı Tolga gibi dört gün için Amsterdam ofisine gelen Janko ve Oliver ile 3 kilometrelik bir yürüyüşün ardından otele döndük.
Yorumlar
Yorum Gönder