Bir Amsterdam Seyahati - 3, Van Gogh Müzesi


Müze kartım ve bisikletle geçireceğim son günün sabahında, Tolga’nın ofisine yakın olduğu için, ofisin ayarladığı Moxy Otel’den ayrılacağımız için otelin güzelliğini ve konseptini, kendimin de dâhil olduğu fotoğraflarla anlatmak için biraz fotoğraf çektim. Sonrasında eşyalarımızı toparlayıp, onları Tolga’nın yanına bırakarak, bisikleti yine ödünç alıp Amsterdam Müzesi’ne doğru yol aldım.

Moxy

Moxy

Moxy

Aklımda, Amsterdam’da geçireceğimiz günlerin en azından birazcık kısmında uğrayacağım plakçı dükkanları vardı ama bir daha müzelere girme şansım olmayabilir diye plaklardan vazgeçtim. Hedefim olan Amsterdam Müzesi’ne ulaşmama az bir mesafe kala yolumu şaşırdım ve bir daha bulayım desem zor bulabileceğim bir yerden biri Mikis Theodorakis'e, biri Andy Williams'a ve bir diğeri de Elvis Presley'e ait olmak üzere üç plak, bir de Rijks Müzesi’nde eserleri bulunan Judith Leyster'ın, müzede yer almayan bir çiziminin kartpostalını alabildim ve çok sevindim. Sonra da zaten iyice yaklaştığım Amsterdam Müzesi’ne ulaştım.

Bu müzenin de sade, Amsterdam tarihini grafiklerle anlatan, kolay anlaşılır konseptiyle şehir hakkında edindiğim yeni bilgilerle -Grafiklerden ilginç bulduğum birkaçını ve edindiğim bazı bilgileri burada paylaşıyorum- esas varmak istediğim yer olan Van Gogh Müzesi’ne yollandım.

Şehirde bulunan kiliselerin yıllara göre görünümü ve 
yanda yer alan butonlara basıldığında, o dönemlerdeki çan sesleri

Farklı ülkelerin deniz seviyesine göre yükseklikleri

Hollanda'daki bazı bölgelerin deniz seviyesine göre yükseklikleri

Giotinin Fransızlarca bulunuşunu, 1812'de başlayan Amsterdam'daki kullanımını, 19. yüzyılın ilk yarısındaki giotin modelini ve 1983 yılında da yasaklandığını anlatan grafik

19. yüzyılın ilk yarısında kullanılan giotin modeli

Müzelerin birbirine yakınlığını gösteren ekran alıntısı :)

Müzelerin bir bölgede toplanmış olmasından kaynaklı, üçüncü günde yine içinden geçtiğim Rijks müzesinde, müzik sanki gördüğüm ilk günden beri, hiç durmamışçasına devam ediyordu.

Müze girişinde artık bir hayli rahat olduğum için hiç endişelenmeden, insanların online rezervasyonlarla sıralarını günler öncesinden ayırttığı Van Gogh Müzesi’ne, müze kartımı göstererek kolayca giriş yapabildim. Müze, gördüklerim arasında tartışmasız en iyisi, en etkileyicisiydi. Müzecilik anlamında ülkemizde böylesine yaratıcı çalışmaların yapılmıyor oluşuna yine ayrıca içerledim.

Müzede bulunan resimlerin içerisinde döndüğü elektronik ekranlar

Ayçiçeği tarlalarını andıran bir canlandırma

Önünde fotoğraf çekenleri de görünce cesaretlenip gizlice çektiğim sonun esas başlangıcı, Paul Gaugin ile birlikte geçirilen günlerin adresi, Arles'daki Sarı Ev'in tablosu. Tablonun bu kadar minik olduğunu hiç düşünmemiştim. Başkalarını da çekerken görünce, ben de esas onu göstermek için çektim. 

Van Gogh’un şu çoğumuzun bileceği Ayçiçeği tablosuyla ilgili anlatıma yer vermeden geçemeyeceğim. “Van Gogh’u hisset” mottosuyla hazırlanan bu duvarda hem resimde yer alan vazonun bir benzerini yapıp, “İmitasyondur, dokunabilirsiniz” demişler. Hem “Resmin dokusu budur” deyip resmi bir plakaya basıp yine dokunulması için koymuşlar. Hem de ayçiçeklerinin kokusunu bir kutuya koyup “Koklayın, işte bu çiçekler böyle kokarlardı” demişler. Bir de hepsi yetmezmiş gibi “İşte bu tablonun insanın içinde uyandırdığı müzik budur, dinleyin” diye müzik koymuşlar. İnsanın bu kadar fazla duyusuna hitap eden bir anlatımla, müzeden etkilenmeden çıkması imkansız.

Tüm duyular ile Van Gogh'u hissetmek

Burada en üzüldüğüm şey, bazı bölümlerde tabloların, flaşsız da olsa fotoğraflarının çekilmesine izin verilmiyor oluşuydu. Bu nedenle açıklamaların dahi fotoğrafını çekemediğim için okuduklarımdan yalnızca çok etkilendiklerimi üşenmeyip not ettim. O yüzden evde tekrar üzerinden geçme imkanımız olmadı. Ama sonradan farkettiğim sevindirici bir şey de müzenin kendi internet sitesinde belli başlı tablolarla ilgili hem hikayelerine, hem de müzedeki açıklamalarına yer vermişler.

Müzenin içerisinde bir köşede hem ziyaretçilere, hem müzeye bir güzellik. 
Van Gogh Müzesi hatırası, şipşak fotoğraf. Bizdeki müzecilik anlayışının 
bu seviyelere ulaşabilmesi, umutsuzca olacak ama gerçekten bir hayal.

Müzede, Van Gogh’un çizim tarzını anlatan görsellerden, kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplara, kendisinin “En derli toplu resmim şudur diyebilirim” dediği Arles’daki Yatak Odası resmine, türlü hayallerle hazırladığı Arles’daki Sarı Ev tablosuna, kendi oto portrelerine, Theo’nun yeni doğan bebeği, yeğeni Vincent’a yaptığı Çiçek Açan Erik Ağacı tablosuna yer verilmişti. Sanırım mektuplarında yer alan kendi sözlerinin seslendirmesiyle onu hissederek girilen giriş katındaki duygu yoğunluğumu tarif bile edemem. Özetle harika bir deneyimdi.

Van Gogh'un resim yaparken, perspektifi belirlemek ve onu aktarabilmek için kullandığı yöntem
 ve ilk dönem resimlerinde, resmin arkasından belli olan perspektif çizgileri.

Buradan da yine müzenin kapanış saati geldiğinde ayrıldım ve Tolga’nın yanına geri döndüm. Ofisteki diğer kimselerle birlikte bir kanal turu yaptık. Kanal turu başta çok enteresan gibi gelmese de, başladıktan sonra keyiften bir hal olduk. Ofisten alınan 2 kasa biranın yanına, ofis arkadaşlarından birisi gidip Albert Heijn'dan koca bir torba muzur yiyecek aldı. Muzur yiyecek kavramlarının bizimkinden oldukça farklı olması da ayrıca hoşumuza gitti. Çeşit çeşit peynir, sarımsaklısından bizce bozulmuşuna :) kaşarından cheddarına; bir kaç çeşit lifli kraker; yine tam bilmediğimiz bir çok sucuk benzeri etler; humus ve yine çeşit çeşit ezmeler; en eğlencelisi ise yaban mersini, ardıç, üzüm ve hatırlayamadığım birkaç çeşit daha meyveydi. Abur cubur olarak yedikleri şeylerin bile bu kadar doğal ve sağlıklı olması hiç şişman yerli göremememizin başlıca sebeplerinden diye düşündük - Sürekli bisiklet sürüyor olmaları da var tabii.-

Kanal gezisinden biraz Tolga :)

Kanal gezisinden biraz Tolga ve ben :)

Kanalda genelde büyükçe kayık türü botlar kullanılıyor. 10-15 kişilik özel tur botları, 50-60 kişilik otobüs tarzı botlar ve kişisel botlar. Kanalda botla gezmek yerliler için çok olağan. Birkaç haftada bir kesin, turistler içinse yapılmadan dönülmeyecek bir aktivite olduğundan kanallar gerçekten yoğun olarak kullanılmakta. Bu durumda kanallarda resmen bir trafik oluşuyor, tek yön kanallar, çift yön kanallar, dönülmezler, kavşaklar :) Botunuzun boyu ve genişliğine göre girebileceğiniz kanallar da ayrı tabi. Kanallarda hiç çöp görmedik. Bu kadar çok turist olmasına rağmen kanallar genel olarak temiz. Gürültü ve karbon emisyonunu da düşürmek adına değişik regülasyonlar var, kanalda hız sınırı 6 kph, iki zamanlı motorlu botlar yasak, yüksek sesle müzik yayınlayamak yasak ... gibi. Bu kurallara doğallıkla uyuluyor olması, buranın huzurlu havasının açıklamalarından biri olsa gerek. Bu arada, buralarda bot kullanabilmek için belli bir metreye kadar ehliyet tarzı bir belge istemiyorlarmış. Ancak büyük olan veya ticari kullanılacak botlar için ehliyet gerekiyormuş. Bu bilgileri bir yandan kaptandan dinlerken bir yandan da şehri, binaları bu apayrı perspektiften izlemek çok keyifli.

Tolga'nın ofis arkadaşları

Sokaklar binaların hemen dibinde olduğundan yürürken çatılarını inceleme fırsatınız çok olamıyor - Amsterdam mimarisinin kendine has özelliklerinden biri evlerin çatıları. Ancak kanalda botla iken binalar daha geniş açıyla seyredilebiliyor. Köprüler daha keyifli görünüyor. Üstünden geçerken bile güzelliğinden zevk alınan bu köprülerin altından geçmek de ayrı bir keyif. Çoğu kilittaş sistemi ile yapılmış bu köprülerin bazıları altından geçerken eğilmemizi gerektirecek kadar alçak. Bazı yerlerde arka arkaya sıralanmış 6-7 köprüyü görebiliyorsunuz, bunu kanalda olmadan görmek imkansız. Ertesi gün Gay Pride etkinliği olduğundan, geniş kanalların kenarlarına sıra sıra park etmiş botlar da görüntüyü ayrıca güzelleştiriyordu. Saat 11'e yaklaştığında artık Amsterdam ve arkadaşlarımızla vedalaşıp, Gizem ve Ali’nin yaşadığı Breda’ya doğru almak üzere trene binme saati gelmişti. Bunun için de bizi tren istasyonuna (Centraal station) botla bırakmaları çok keyifli oldu.

Yaklaşık 1 saat süren tren yolculuğunun ardından saat gece yarısını geçtikten sonra Breda'ya varabildik.

Tren istasyonunun kanalın içerisinden gece görünümü

Buradaki bonusumuz da kanal turundan hızlandırılmış bir video derlemesi :) 

Yorumlar

En Çok Okunanlar